“İş ortağımla çift terapisine başladık.”

Evet, doğru okudunuz. Ve iddia ediyorum, bu cümleyi giderek daha fazla duyacaksınız.

Yaklaşık 20 senelik kurumsal iş tecrübesinden sonra çift ve aile terapisi üzerine uzmanlaşmış bir psikolog olarak şunu kesinlikle söyleyebilirim: Çift terapisine gelmek için romantik bir ilişkiniz olması gerekmiyor! İster evli bir çift olun, ister sevgili olun, ister ebeveyn-çocuk, ister kardeş, ister arkadaş, ister iş ortağı veya çalışma arkadaşı olun, terapide çalışılan konu, iki insanın arasındaki ilişki olacaktır. Bunu “çift terapisi” veya “evlilik terapisi” değil, “ilişki terapisi” olarak isimlendirmek daha doğru.

Stanford Business School da bunu fark etmiş olacak ki müfredatında popüler bir grup terapisi dersi ve zorunlu okumalarının arasında Türkçe’ye de çevrilmiş olan John Gottman’ın “Evliliği Sürdürebilmenin Yedi İlkesi” kitabı var. Bu benim terapi için gelen birçok çifte önerdiğim bir kitap – içinde yöneticiler için de faydalı olabilecek tespitler var.

Önce iş ortaklıklarını ele alalım. Prensesin prensle evlenip sonsuza kadar mutlu yaşadığı masallarla büyümüş bir nesil olarak çoğumuz o masalların aslında hep mutlu sonla bitmediğini zor yoldan da olsa öğrenmiş durumdayız. Batılı ülkelerde boşanma oranları ilk evlilikler için %67’lere kadar çıkmışken ortaklıklardaki ayrılma istatistikleri daha beter: %80. Ne yazık ki ortaklıkların sona erme sebeplerinin başında ilişki sorunları geliyor. Başta akrabalık olmak üzere, üzerinde fazla düşünmeden, üstünkörü verilmiş ortaklık kararları da bu sonucu tetikliyor.

Şöyle düşünün: Biriyle tanışır tanışmaz onunla evlenir misiniz? Önce birbirinizi tanırsınız, duygularınızı tartarsınız, ideal olarak zamanla arkadaşlığınız ilişkiye dönüşür. İş ortamında da böyle olması gerekmez mi? Önce kendimizi, sonra iş ilişkisine gireceğimiz kişiyi tanımamız, birbirimizi tamamlayıp tamamlamadığımızdan emin olmamız gerekir. Bu kişiyle rahat iletişim kurabiliyor muyuz, değerlerimiz aynı mı, yanında rahat ediyor muyuz, hatta birlikte eğleniyor muyuz diye bakmak lazım.

Evlilik öncesi anlaşmaları (duruma göre, sözlü ve/veya yazılı) her zaman öneririz. Aynı şey ortaklıklar için de geçerli. “Balayı” döneminde tatsız detaylara girmemek için sık sık kaçınılan bir konu olsa da, bu anlaşmalar uzun vadede hayatı kolaylaştırıyor. Halbuki hazırlanacak detaylı bir ortaklık sözleşmesi, karşılıklı beklentileri, ortaklığı sürdürme ve sona erdirme şartlarını en baştan netleştirecektir.

Haftada bir baş başa randevulaşmak, çift terapisinde yine sık sık önerdiğimiz bir yöntem. Aynı şeyi iş ortakları veya yakın iş ilişkileri için de öneriyoruz mesela. Bazen iş ortamı dışında buluşmak, konuşmak, belirli bir gündem olmasa bile ilişkiye iyi geliyor. Unutmayın, insanlar zamanla değişiyor. Öncelikler değişiyor, bakış açıları değişiyor. Duygular ifade edilmedikçe birikip hayal kırıklıklarına, kırgınlıklara dönüşüyor.

Yalnızca ortaklık da şart değil; çalışma arkadaşlarımızla eşimizden daha fazla zaman geçiriyoruz. Para, ki boşanmaların da en önemli sebebidir, hep gündemde oluyor. Evliliğe göre iş ilişkilerinin faydaları da daha az (cinsellik yok)! Anlaşmazlıkları çözmek için bazen kaçacak yer kalmıyor.

İnsan sosyal bir canlı. Harvard Üniversitesi tarafından 1938 yılından beri yürütülen yetişkin gelişimine dair araştırmadan ne öğrendik – insanları en mutlu eden ve sağlıklı kılan şey, yıllarca süregelen anlamlı insan ilişkileriymiş. Bu ilişki eşinizle olabiliyor, sevgilinizle olabiliyor, kardeşlerinizle olabiliyor, büyümüş çocuklarınızla olabiliyor, yaş almış ebeveynlerinizle olabiliyor, az sayıda yakın arkadaşınızla olabiliyor, bir de ortaklarınız veya uzun süreli çalışma arkadaşlarınızla olabiliyor. Az ve öz birkaç temel ilişki – hayatın inişlerini de, çıkışlarını da paylaşmak için.

İlişkilerimizi sağlamlaştırabilmek için kritik olan konu ise, çatışma yönetimi. Çatışmalar sırasında uygulamamız gereken aktif dinlemek, duygularımızı açık bir şekilde ifade etmek gibi temel iletişim becerilerini zaten biliyoruz.

Peki çift terapisi lensinden işyerinde meydana gelen bir çatışmaya baktığımızda nelere odaklanabiliriz:

  • Çatışmaya başlarken sert bir başlangıç yapmayın. Sert bir çıkışla başlayan tartışmalar öyle devam ediyor ve yapıcı bir sonuç vermiyor.
  • Gottman’ların “mahşerin dört atlısı” olarak isimlendirdikleri eleştiri, hor görme, kendini savunma ve duvar örme tepkilerinden uzak durun. Zaten konu sert bir başlangıçla açıldıysa, bunun devamında –konuya değil– karşımızdaki kişiye yönelik bir eleştirinin yapılması, iğneleyici sözlerin sarf edilmesi neredeyse kaçınılmaz olur. Bu tepkiler uzlaşmacı değil, saldırgan tepkilerdir. Kişisel eleştiri karşısında savunmaya geçersek ise bu savunma “sorun bende değil, sende” mesajı verir ve gerilimi arttırır. Dördüncü atlı olan duvar örmede ise yüzleşmek yerine en sonunda taraflardan biri iletişimi tamamen keser. Lütfen ortağınıza da, eşinize de küsmeyin!
  • Sorumluluk alın. Duygusal olarak yükseldiğinizde bunu fark edin ve kendinizi sakinleştirmenin bir yolunu bulun. Gerekirse konuşmayı erteleyin.
  • Beden dilinizin ve ses tonunuzun farkında olun. Unutmayın, karşı tarafın algısını kullandığınız kelimelerden çok, beden diliniz ve ses tonunuz etkiler.
  • Antenlerinizi açık tutun. Karşı taraftan gelen çözüm veya onarma önerilerini fark ettiğinizden emin olun. Gerçekten dinleyin – cevap vermek için değil, anlamak için.
  • Karşınızdaki kişiyi değil, tartışılan konuyu çerçeveleyin. Kişiye değil, konuya odaklanın. Ben dili kullanın.
  • Bir de unutmayın, hepimiz insanız. Zaman zaman hata da yapabiliriz.

Gottman’ların araştırmalarına göre mahşerin dört atlısının tek başına varlığı bile boşanmaları %82’lik bir isabetle belirliyor. Bu iş ilişkileri için de pek iyi bir haber değil!

Söz konusu evlilik olunca düşünmemiz gereken çocuklarımız oluyor. Söz konusu iş ortamı olduğunda ise çalışanlarımız ya da müşterilerimiz.Günümüzde Google, Cisco gibi büyük uluslararası firmaların, çalışanlar arasındaki çatışmaları çözmek için psikologlara başvurdukları biliniyor. İşlerin sarpa sarmasını beklemeden destek almak, hem çift terapisinde, hem de bir şirket psikoloğu ile yapılan çalışmalarda işin anahtarı.

Sizi ilişki terapisine bekliyoruz – ilişkinizin niteliği ne olursa olsun!

 

rawpixel-com-340972

Önce Yansıt, Sonra Ne Dersen De!

Yansıtmak ve onaylamak – İngilizcesi ‘validation’. Aynı fikirde olmak değil; yalnızca anladığını yansıtıp, onaylamak.

Psikologlar tarafından, özellikle de çift terapisinde, en çok kullanılan tekniklerden biri. Duygu odaklı terapinin her zaman ilk adımı.

Aslında her iletişimde, her ilişkide çok önemli bir teknik. İlişki sorunları hep eksik onaylarla dolu çünkü.

Karşımızdaki kişiye, bize aktarmış olduğu duygu veya düşünceyi geri yansıtarak, bir anlamda ayna tutarak, onun söylediklerini anladığımızı gösterir, anlaşılan mesajın onayını alırız. Bu kesinlikle aynı fikirde olmayı gerektirmez. Örneğin:

Aslı: “Bu akşamki programı iptal edelim mi? Korkunç bir gündü, biraz ayağımı uzatmak istiyorum.”  

Hakan: “Çok yorgunsun, hiçbir yere çıkacak halin yok. Anlıyorum.”

Hakan, Aslı’yı duyduğunu, anladığını gösteriyor ve algıladığı mesajı yansıtıp, onaylatıyor.

Devamında Hakan “Tamam, ben arayıp iptal ediyorum.” veya “Ben Ali’leri görmeyi çok istiyordum, istersen bir duş al, belki fikrin değişir?” veya “Biraz geç gidelim, hem sen de biraz dinlenirsin.” veya “Sabahtan beri akşamı iple çekiyorum. Hadi gel gidelim, senin de havan değişir.” gibi birçok alternatif cümle kurabilir. Ama ne derse desin, Aslı kendisini duyulmamış, anlaşılmamış hissetmeyecek.

İşin püf noktası, cevap vermek için dinlememek, gerçekten anlamak için dinlemek.

Sonrasında, ikinci adım olarak, anladığımız mesajı yansıtmak.

Konuyla ilgili kendi fikir ve düşüncelerimizi ise, en son belirtmek.

Bu arada yansıttığınız, onayladığınız şey yalnızca karşınızdaki kişinin kullandığı kelimeler değil, ses tonu veya beden dili de olabilir. Amaç papağan gibi söylediğini tekrar etmek değil – yargılamadan, aldığımız mesajı açığa çıkarmak.

Karşınızdaki kişiye, söylediklerine, hissettiklerine önem ve değer verdiğinizi gösteriyorsunuz; onu duyduğunuzu, anladığınızı ortaya koyuyorsunuz her şeyden önce.

Bir deneyin.

Toplantılarda, evde, ailenizle, arkadaşlarınızla.. bu tekniği alışkanlık haline getirebilirseniz, her ilişkide kullanabileceğinizi fark edeceksiniz.

 

Not: Çocuk ve ergenlerde de deneyin – etkisini görün.. 🙂

 

 

david-marcu-45275

Dert Ortağınızı Doğru Seçin

İnsan ilişkileri, inişli çıkışlı. Hele bu bir evlilik veya uzun dönemli bir ilişkiyse, zaman içinde irili ufaklı anlaşmazlıklar olması kaçınılmaz. Bazen bu konuda dertleşmek, konuşmak isteriz – fikir almak ya da sadece içimizi dökmek için.

Aman dikkat!

Özellikle konu önemli bir anlaşmazlıksa, dertleştiğiniz kişiyi seçerken iyi düşünün: Bu kişi beni ne kadar tanıyor, daha önce böyle bir sıkıntı yaşamış mı, yaşadıysa olumlu bir sonuç elde edebilmiş mi?

Sıkıntınızı paylaşacağınız kişi sizi gerçekten dinleyecek (anahtar kelime duymak değil, dinlemek) bir kişi olsun. Bazen ihtiyacımız olan tek şey bu oluyor çünkü: İçimizi dökmek, duyulmak, anlaşılmak. Yok, çözüm aramak istiyorsak da, kendisini sizin yerinize koyabilecek, sizin için en iyi çözüm alternatiflerini bulmanıza yardım edecek, olumlu ve yapıcı bir yaklaşım gösterecek bir kişi seçin. Lütfen “hemen boşan”, “koy kapının önüne” ya da “hemen istifa et”, “bir daha görüşme” gibi cümleler kuran insanlardan uzak durun – o anda, o kızgınlıkla yapmak istediğiniz şey bu olsa bile.

Kızgınsak, sağlıklı dinleyemeyiz, sağlıklı iletişim kuramayız, sağlıklı karar veremeyiz.

Sizin iyiliğinizi isteyen, gerçek dert ortağınız bunu bilecek, önce içinizi dökmenize izin verecek, sonra sizinle birlikte, sizin için yapıcı çözümler üretecektir. Çünkü kızgınlığın altında yatan hayal kırıklığını, hayal kırıklığının altında yatan sevgiyi fark edecektir. Olumlu, ümitli, pozitif beklentilerin faydaları, sonuca etkileri artık bilimsel olarak da kanıtlanmış durumda.

İnsan, en yakınındaki beş kişinin ortalaması olurmuş.

Etrafınıza bir bakın. WhatsApp gruplarınıza bile bakın. Kimin size ne kattığını, kimin sizden ne götürdüğünü iyi değerlendirin. Dertleşeceğiniz kişileri belirlerken seçici olun. O anda yakınınızda olduğu için, pratik olduğu için seçim yapmayın. Unutmayın, hayatınıza bu insanlar şekil verecek.

Konu önemli bir konuysa, birkaç seans için bile olsa profesyonel yardım almak, düşünceleri doğru oturtmak ve tepkisel karar vermediğimizden emin olmak için faydalı olacaktır. Uzun soluklu bir terapi süreci şart değil. Yalnızca aklınız karışıksa düşüncelerinizi düzenlemek için de, konuyla ilgili alan tecrübesi olan bir terapistten randevu alabilirsiniz.

Paylaşmak, yolun yarısı…

tim-wright-123155