Geçenlerde Amerika Birleşik Devletleri’nde 60 yaş ve üzerindeki çiftlerin boşanma oranlarının artışıyla ilgili bir istatistik dikkatimi çekti. Durup düşününce, ileri yaş ayrılıklarının kendi çevremde de arttığını fark ettim ve şaşırdım.
Tam da “hayat arkadaşlığı” teriminin ifade ettiği sırt sırta verme, takım olma durumunun keyfini çıkaracağımız, meyvelerini toplayacağımız bu dönemde ayrılık niye? Artık o eski uzun, tek parça yastıklar kalmadığı için mi bir yastıkta kocayanlar azaldı bilmiyorum. İki yastıkta başlayan evlilikler mi ayrılıkla sonuçlanıyor? Alıştığımız 50×70 cm. yastıklara eskiler “küstüm yastığı” dermiş zaten.
Aile yaşam döngüsüne baktığımızda, çocuklar evden ayrıldığı zaman yaşanabilen “boş yuva sendromu”, çiftin, çocukların sorumlulukları ortadan kalkınca oluşan boşlukla baş etmesini ifade ediyor. Emeklilik sonrası ise artık çalışmıyor olmaktan dolayı bir boşluk yaşanabiliyor.
Bu, aslında eşlerin birbirlerini yeniden keşfetmeleri ve birlikte zaman geçirmeleri için bir fırsat. Ancak yaşlanmayla eşzamanlı olarak çok fazla kayıp yaşıyoruz:
- Sosyal statümüzün kaybı
- Satın alma gücümüzün azalması / kaybı
- Arkadaşlarımızın, yakınlarımızın kaybı / ölümü
- Kendi hayatımızın sonunun yaklaşıyor olmasının yarattığı kayıp duygusu
- Gençliğin, çekiciliğin ve cinsel gücün kaybı
- Sağlığın ve fiziksel gücün kaybı
- Yakın çevreye fiziksel ve/veya maddi bağımlılığın artmasıyla özgürlüğün, bağımsızlığın kaybı
Bu kayıp duygusu kaygı seviyemizi yükseltiyor.
Emekli bir çift olarak zamanımızın çoğunu baş başa geçirmek, meslek hayatımızın bize sağladığı kişisel alanı, yaşam boşluğunu ve sosyal çevreyi kaybetmiş olduğumuz için, klostrofobik* bir etki yaratabiliyor.
Bu dönemde çiftin paralel hayatları artık kesişmiş, mesafe ihtiyaçlarını karşılayabilecek alanları da ortadan kalkmış olabiliyor. Bu mesafe ihtiyacını
- “İşe gitmem lazım.”
- “Ofise uğramam gerekiyor.”
- “Toplantım var.”
- “Bir görüşmem var.”
gibi sosyal olarak kabul edilebilir bahanelerle karşılayan ve vicdanı rahat bir şekilde evden çıkan kişiler, emekli olduktan sonra eşlerine bu ihtiyaçlarını açıkça ifade etmeye çekinebiliyor.
Evliliğimizde yüzleşmek istemediğimiz sorunlar olduğunda bunları cinselliği kullanarak ve/veya araya biraz mesafe koyarak (işe giderek) geçiştirebiliyoruz. Aslında sorunları hasır altı ediyor ama yakınlığı koruyoruz. Yaşlılıkla birlikte cinsellik ve işe gitme eylemleri azalınca ya da ortadan kalkınca, bütün bu ertelenmiş sorunlarla bir anda yüzleşmek durumunda kalabiliyoruz. Bu noktada da profesyonel yardım alan ve/veya boşanan çift sayısı da giderek artıyor.
Tabii boşanmak özellikle ülkemizde bu yaş grubu için günümüzde bile atması zor bir adım olabiliyor. Peki hala aynı çatı altında yaşadıkları halde farklı odalarda uyuyan, farklı hayatlar yaşayan kaç çift tanıyorsunuz?
Evlenmeden önce hepimiz nasıl bir evimiz olsun, kaç çocuğumuz olsun, adını ne koysak gibi hayaller kurduk. Peki emeklilikle ilgili hayallerimizi hiç paylaştık mı? Bu konu da biraz sorunlu!
Eşlerden biri emekli olur olmaz başka bir şehre, hatta başka bir ülkeye taşınmayı hayal ederken diğeri torunlarına yakın bir eve geçip onlara yakın yaşamak istiyorsa, bu bile ilişkide yara açabiliyor. Siz siz olun, evlenmeden önceki romantik hayallerinize emeklilik planlarınızı da ekleyin – sonra söylemedi demeyin!
Ama merak etmeyin; emeklilik yaşına kadar sürmüş bir evlilikte bu tür sorunlarla baş etmek için gereken iletişim ve müzakere becerileri zaten gelişmiştir bence.
Yazıma Can Yücel’in en sevdiğim şiirlerinden biriyle son vermek istedim.
Bütün emekli çiftler için…
Bir de hala hep el ele, diz dize yaş alan annemle babam için…
Seninle Yaşlanmak İstiyorum
Seneler geçsin,
Sen beni bil ben seni bileyim istiyorum.
Benim olduğun kadar dostlarının,
Dostlarının olduğun kadar benim ol istiyorum.
Nice sıkıntı ve zorluk yaşayıp anlatalım.
Yaşayalım ki, öğrenelim hayatı ve destek çıkmayı.
Birbirimizin omuzlarında ağlamalıyız.
Sen çok dertlenip, içip arkadaşlarınla eve gelmelisin.
Paylaşmalı ve beraber sıkılmalıyız.
Öyle ki, yalnız sıkılmak sıkmalı bizi.
Yaşayalım ki, paramız olunca sevinelim.
Güzel günlerimizi, evimizde, bir şişe şarap ve pijamalarımızla kutlayalım.
Ya da bazen dostlarla ucuz biralar içerek….
Böylece yaşamalıyız işte.
Sonra çocuklarımız olmalı,
Düşünsene senin ve benim olan bir canlı.
Geceleri ağladıkça sırasıyla susturmalıyız.
Sen arada mızıkçılık yapmalısın.
Ve ben söylenerek senin sıranı almalıyım.
Yorgun olduğum için yemek yapmamalıyım,
Söylenerek yumurta kırmalısın.
Hava soğukken birbirimize sıkıca sarılıp yatmalıyız.
Zaman su gibi akıp giderken,
Herşey yaşanmış bir hayatımız olmalı.
Herşeye rağmen hiç bıkmamalıyız birbirimizden.
Mutlu da olsa, kötü de olsa,
Yaşadığımız günler bizim günlerimiz olmalı.
Saçlara düşünce ya da gidince aklar,
Çocukları güvence altına alıp gitmeli bu şehirden.
Kavgasız,
Her sabah cinayetle uyanılmayan,
Sessiz bir yere gitmeliyiz.
Geceleri balkonda denizi seyredip,
Sandalyelerimizde sallanmalıyız.
Eve gelip benden kahve istemelisin.
Çocuklar gelmeli ziyaretimize,
Geçmişteki hareketli günlerimizi anımsamalıyız.
Öyle sevmelisin ki beni,
Bu yazdıklarım korkutmamalı seni,
Tebessümler açtırmalı yüzünde.
Bir gün bu hayatı bırakıp giderken,
Sadece mutluluk olmalı yüzümüzde
Birbirimiz sevmenin gururu olmalı “HERŞEYDE”…
Can Yücel.
*Klostrofobi: Kapalı yerde kalma fobisi.