TÜKETİM PSİKOLOJİSİ. İLİŞKİLER. EVLİLİK.

Tüketim toplumu olduk diyoruz sohbetlerde – biraz şikayet, biraz kabullenmeyle. İşin kötüsü ilişkilerde de hissettiriyor kendini bu tespit:

– “Hayal ettiğim gibi olmadı.”

– “Başta iyiydi, sonra bozuldu.”

– “Bunu istiyordum ama artık istemiyorum.”

Bazı seanslarda kendimi tüketici şikayet hattı gibi hissediyorum! Elimizdekinden memnun değiliz. Sürekli bir alternatifleri değerlendirme hali… Yeni modeli çıkınca eskisi değersizleşen ürünler gibi.

Çok istediğimiz bir şeye sahip olduktan sonra, onu istemeye ne kadar devam edebiliriz?

Olumsuz unsurlara odaklanmak yerine eşimizin olumlu yönlerini hatırlamak, bardağın dolu tarafını görmek çok mu zor?

Eşimizi acımasızca eleştiriyoruz, peki bizi sevmek, kabullenmek çok mu kolay? Biz çok mu mükemmeliz? Çok mu sevilesi insanlarız?

Eşim beyaz atlı prens çıkmadı, peki ben gerçekten prenses miyim?
(ya da tam tersi!)

Eskisini tüketip, yeni bir prens / prenses aramaya koyulmadan önce bunu bir soralım kendimize.. Ama dürüstçe!

Hayatı sorguladığımız dönemlerde bir yanımız sevgi, şefkat, güven, istikrar ararken diğer yanımız merak, heyecan duygularına kapılıp belirsizliğin çekiciliğine yönelmek ister. Yapımız böyle. Bu iç çatışmada sizde kazanan hangi taraf? Güvenlik mi, macera mı?

Geçenlerde Amerikalı bir çiftin “As long as we both shall live…” yani “Yaşadığımız sürece…” olarak klasikleşmiş evlilik yeminini “As long as we both shall love…” yani “Sevdiğimiz sürece…” olarak değiştirdiklerini fark ettim. Bu konuda gerçekçi olmadığım için değil – tabii ki sevgisiz bir beraberliği devam ettirme taraftarı değilim. Ama sevgi emek ve çaba istiyor. Tamam artık bitti demek, kestirip atmak en kolayı.

Zaman tutkuyu öldürür derler. Bu cümleye hiçbir zaman inanmadım. Araştırmalar, cinsel tatminin uzun süreli ilişkilerde çok daha yüksek olduğunu gösteriyor mesela. Tutkuyu öldüren zaman değil. Tutkuyu öldüren tembellik. Tutkuyu öldüren kanıksama. Tutkuyu öldüren öncelik vermeme. Değerli, kıymetli hissetmeme, hissettirmeme.

İngilizcede ‘family’ yani ‘aile’ kelimesi, ‘familiar’ yani ‘aşinalık’ kelimesiyle aynı kökten türemiş. Evlilik, aile olmak, sürekliliği, aidiyeti beraberinde getirir. Hem geçmişi, hem de geleceği kapsar. Bu da çok kıymetli. Hızla tüketilmeyecek, hemen kestirip atılmayacak kadar.

Araştırmalar da fırtınalı dönemleri atlatabilen çiftlerin ileride çok daha mutlu olduklarını gösteriyor.

Peki nasıl atlatacağız büyük fırtınaları?

İşyerinde projelerimize, müşterilerimize gösterdiğimiz titizliği, özeni, çabayı, ilişkimize de göstermemiz, verdiğimiz önceliği ilişkimize de vermemiz lazım. Zamanımızı yönetirken, işlerimizi önem ve aciliyet derecesine göre önceliklendirirken de.

Saygı çok önemli. En az sevgi kadar.

Asıl anahtar kelime tabii iletişim. Cevap vermek için değil, gerçekten anlamak için dinlemek; gerekirse konuşmayı ertelemek. Kendimizi, düşüncelerimizi, duygularımızı açık ve net ifade etmek – ima etmeden, anlaşıldığımızı varsaymadan, kaçınmadan, doğrudan.

Bir de profesyonel destek almak – işlerin sarpa sarmasını, yaranın iltihaplanmasını beklemeden ama. Ve mutlaka çift ve aile terapisi konusunda özel eğitim almış, tecrübeli bir uzmandan.

 

image1